Eylül 2017’de tüketici fiyatlarının %0,65 düzeyinde arttığı ve yıllık enflasyon oranının %11,20 düzeyine yükseldiği gözlenmiştir. TCMB, Eylül ayı Para Politikası Kurulu (PPK) toplantısında politika faiz oranını %8 düzeyinde sabit bırakmıştır. Ocak 2017’den itibaren uygulamaya konulan geç likidite penceresi (GLP) çerçevesinde, borç verme faiz oranı ise % 12,25 seviyesinde korunmuştur.
Küresel büyümede gözlenen artışlara rağmen belirgin bir enflasyonist baskının oluşmaması, gelişmiş ülkelerde para politikası normalleşmesinin ılımlı sürmesine neden olmaktadır. Bununla birlikte, FED bilanço küçültme takvimini açıklamış ve Aralık 2017’de faiz artırımı ihtimali yükselmiştir. Türkiye’nin yakın coğrafyasında meydana gelen gelişmelerin belirsizliği artırdığını belirtmek gerekir. Mevcut haliyle TCMB’nin faiz oranları, diğer gelişmekte olan ülke ekonomilerine nazaran önemli düzeyde carry-trade imkânı oluşturmaktadır. Bu nedenle TCMB’nin faiz indirimi için belirli bir alana sahip olduğu ve yılın son çeyreğinden itibaren faiz indirimine gidebileceği bir süredir dile getirilmektedir. Ancak, enflasyonun yüksek seyri, bekleyişler ve fiyatlama davranışlarındaki katılıkların sürmesi ve çekirdek enflasyonda sınırlı iyileşme kaydedilmesikarşısında TCMB’nin, sıkı duruşunu sürdürmek niyetinde olduğu görülmektedir. Bu haliyle mevcut varsayımlar altında, faiz indirimi için 2018 yılının ilk çeyreği işaret edilebilir.
Dış ticaret açısından mevcut veriler, altın ticaretindeki gelişmelerin ve son dönemlerde petrol fiyatlarındaki yükselişin dış ticaret dengesi üzerinde belirleyici olacağını göstermektedir. Euro/dolar paritesinde gözlenen artış eğiliminin AB ülkelerine yönelik ihracatı olumlu etkilemesi beklenmektedir. Ülke ihracatında uzun süredir olduğu gibi yine otomotivin sürükleyici rol oynadığını görüyoruz. Bununla birlikte tekstil ve makine sektörleri ihracatında bir süredir devam eden durgunluk eğiliminin sürdüğüne de değinmemizde fayda var.
2017 yılı ikinci çeyreğinde, ekonominin bir önceki yılın aynı çeyreğine göre %5,1 düzeyinde büyüdüğü görülmüştür. Büyümenin kaynaklarına bakıldığında, özel tüketim harcamaları 1,9 yüzde puan katkı sağlarken kamu tüketiminin -0,6 puan ile büyümeyi azaltıcı etkisi olmuştur. Bununla birlikte makine ve teçhizat yatırımlarındaki düşüşün son dört çeyrektir aralıksız sürmesi, büyümenin sürdürülebilirliği ile ilgili kuşku doğurmaktadır. Türkiye ekonomisinin geleceğine ilişkin temel resmi iktisat politikası belgelerinden olan Orta Vadeli Programın 2018-2020 dönemine ait temel makroekonomik ve mali hedefleri açıklanmıştır. Program genel içeriği itibariyle değerlendirildiğinde, 2017 yılı içinde yaşanan mali gevşemenin yapılan vergi artışları ile kontrol altına alınmasının ve yüksek seyreden enflasyonun para politikasındaki sıkı duruş ile düşürülmesinin arzulandığı görülmektedir. Büyüme performansının ise güçlü seyredeceği varsayılmakta ancak öngörülen para ve maliye politikası ile söz konusu performansın nasıl sağlanacağına programda yer verilmemektedir. Ayrıca programın temel hedefleri ile küresel politika ortamının seyri örtüşmemektedir. Nihai olarak, programın mevcut içeriği ile iyimser bir temele oturduğu anlaşılmaktadır.
Uzun süredir, küresel düzeyde gelişmiş ülke merkez bankalarının gösterdiği sözlü yönlendirme ve tavır ile finansal piyasalar arasındaki ayrışmanın riskleri artırdığını ve günün sonunda merkez bankalarının dediğinin olacağını dile getiriyoruz. Bir diğer üzerinde durduğumuz hususta Türkiye ekonomisi için iktisat politikalarında bir sıkışma halinin son iki-üç yıldır geçerli olduğudur. Sıkışma halinin aşılabilmesi için yakın coğrafyamızdaki jeo-politik gelişmeler ve ülke içindeki politik seyir ve seçim takvimin belirleyici olduğunu düşünüyoruz. Bu açıdan önümüzdeki yıl genel seçimlerin olma ihtimalinin yüksek olduğunu belirtmek gerekmektedir.
Günal BAYLAN
BUSİAD Yönetim Kurulu Başkanı