Kültürümüzün olmazsa olmazı, aşure… Yüzyıllardır
yapılır, dağıtılır, afiyetle yenir… Herkesin dili
döndüğünce anlattığı aşurenin hikayesi temelde iki
önemli öğretiyi yaşatmak için:
Birincisi,
“paylaş” paylaş ki çoğalsın… íkincisi de
“bereket” ufak tefek, az çok bir sürü malzemeyi kat
birbirine ve azın çoğalmasına tanıklık et.
Bir de farklı bir açıdan bakalım aşureye; belki başka
söylemek istedikleri de vardır. Judith’in dediği
gibi “Alakasız malzemeleri bile bir araya getirip
yeteri kadar kaynatırsan BIRleşirler, hiç kimseden
vazgeçme, kaynaş!” Diyordur belki bize.
Gerçekten de aşure birleştirir evet; tıpkı hayatta ayrı
ayrı rengi, tadı, dokusu, özelliği olan bizler gibi.
Birbirimizi ayrıştırmadan, kucaklayarak, dönüşsek,
kaynaşsak… Birbirimize tadımız bulaşsa ve
sonunda BIR olsak…
BIR olunca ne kadar “BEREKETLENDIGIMIZIN”
farkına varsak…
Bir de içimize açılan kapıyı görsek mesela.
Her insan bir kainatsa eğer; aşure aynı zamanda
insandır. Sevgi, hoşgörü, iyi niyet, fesat, kin, kibir,
öfke binbir malzemeden oluşan bir aşuredir insan.
Ìş ki hepsini birleştirip harmanlamak, òfkenin acısını
sevginin tadıyla dengelemek…
Bütün malzemeleri bir kaba koymak yetmiyor
BIR olmaya, değiştirip dönüştürmek gerekiyor;
kısık ateşte!
Ìnsan yanmadan BIR olmuyor…
Ìnsan yanmadan BIR olmuyor…
Ama bir kez BIR oldu mu da tadından yenmiyor.
Bir kez BIR olan kendinde ne varsa, kase kase eşe
dosta, gelene dağıtıyor; paylaştıkça bereketleniyor…
Aşureniz BIR olsun …