Çalkantılı siyasi bir geçmişe sahip İran, İslam Devrimi’nin 41. yılına da ekonomik kriz ve ABD yaptırımlarının gölgesinde giriyor.
İran Şahı Muhammed Rıza Pehlevi, 1978’de artan toplumsal olayların önüne geçemediği ve gidişattan umudunu tamamen kestiği için 16 Ocak 1979’da ülkeyi terk etti.
Pehlevi’nin daha önce idama mahkum ettiği Ayetullah Humeyni 1 Şubat’ta Fransa’nın başkenti Paris’ten dönerek 11 Şubat 1979’da ülkede İslam Devrimi’ni ilan etti.
Sürpriz devrim ile dünyanın gündemine oturan ve 20. yüzyılın en önemli olaylarından birine imza atan yönetim, 4 Kasım 1979’daki ABD’nin Tahran Büyükelçiliği işgali ve 22 Eylül 1980’deki Irak savaşıyla dünya gündemini uzun süre meşgul etti.
İran yönetimi, o tarihten bu yana başta ABD olmak üzere batılı devletlerle sorun yaşayan bir ülke olarak dikkatleri üzerine çekti.
Devrimden yalnızca 9 ay sonra gerçekleşen büyükelçilik işgali nedeniyle başlayan ABD ambargoları, 14 Temmuz 2015’te imzalanan ve 16 Ocak 2016’da yürürlüğe giren nükleer anlaşma ile bir süreliğine kalktı.
Ancak ABD Başkanı Donald Trump’ın 8 Mayıs 2018’de anlaşmadan çekilmesi ve 7 Ağustos ile 5 Kasım 2018’de yaptırımları iki aşamalı olarak yeniden devreye koymasıyla İran, geçen sene gibi bu sene de, devrimin 41’inci yılına ambargoların gölgesinde giriyor.
İran’ı, İslam Devrimi’ne götüren süreç: Rıza Şah Dönemi
İran’da Büyük Rıza Şah olarak bilinen ve bir general olan Rıza Pehlevi, 1921’de Kaçar Hanedanı’nın son şahını devirerek Pehlevi Hanedanlığını kurdu.
Rıza Şah, Batı ülkeleriyle ilişkilerini iyi tutmaya dikkat etse de İngilizlerle yapılan petrol anlaşmalarını feshetmesi ve 2’nci Dünya Savaşı sırasında Almanya ile yakınlaşmasıyla Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin (SSCB) hedefine oturdu.
SSCB 1941’de İran’ı işgal ederken, aynı sene Birleşik Krallığın da, Pehlevi Hanedanlığı idaresindeki enerji hatlarını ele geçirmek ve Basra Körfezi’nde güvenliği sağlamak iddiasıyla ülkeye girdi.
Rıza Şah, söz konusu 3 ülkenin dahil olduğu süreçten çıkmak ve iktidarın oğlu tarafından sürdürülmesini sağlamak için ülkeyi terk etti ve Güney Afrika’ya sürgüne gitmeye razı oldu. Muhammed Rıza Pehlevi 21 yaşında İran Şahı olarak tahta çıktı.
Oğul Pehlevi iktidarı ve toplumsal krizin derinleşmesi
Muhammed Rıza Pehlevi iktidarının ilk seneleri, babasından daha hoşgörülü ve yenilikçi bir anlayışı benimsemesinden kaynaklı olarak sakin geçti.
Şah, 1963 yılında “Beyaz Devrim” şeklinde adlandırdığı bir dizi adım atmaya karar verdi. Şah, bu hamle ile artan petrol geliri avantajını da kullanarak ülkeyi en kalkınmış 5 ülkeden biri yapmayı hedefliyordu.
Humeyni, Şah’ın Beyaz Devrimi’ne en net ve sert tepkiyi gösteren kişi olurken, ABD karşıtlığı eksenindeki tepkisi, halk nezdinde de önemli ölçüde kabul gördü. Buna rağmen, Humeyni, yaptığı eleştiriler ve yol açtığı toplumsal olaylar nedeniyle önce hapse atıldı, ardından idam cezasına çarptırıldı.
Bunun üzerine nüfuz sahibi din adamlarından Ayetullah el-Uzma Muhammed Kazım Şeriatmedari, Humeyni’nin Şiilerin 12 İmam mezhebine göre idamı caiz olmayan Ayetullah-el Uzma seviyesine çıkarılmasını sağladı.
Şah, Humeyni’yi idam edemeyince, sürgüne gönderdi. Birkaç durağın ardından Humeyni’nin, Paris’teki sürgün hayatı başladı.
Humeyni’nin sesi, sürgünde olmasına rağmen camilerde ve çarşılarda daha güçlü yankılanıyordu. Ulemanın Humeyni liderliğindeki kanadı, iktidarı ele geçirmek için planlar yapmaya 1963’ten itibaren başlamıştı.
Şah, 1971 yılında İran ekonomisi kötüye giderken, İran İmparatorluğunun 2 bin 500’üncü yılı için çok gösterişli bir kutlama yaptı.
Şah’ın imajının tümüyle bozulmasına neden olan bu kutlamadan sonra protestolar arttı.
9 Ocak 1978’de Humeyni’ye hakaret içeren bir makalenin yayınlanması üzerine Kum kentinde düzenlenen protesto yürüyüşünde Savak güçleri, kalabalığa ateş açarak yaklaşık 100 kişiyi öldürdü. Bu olaydan sonra Şiilerin yas geleneğine göre protestolar her 40 günde bir tekrarlandı ve kitlesel gösterilerin ülke ekonomisini felç etmesiyle sertleşen yönetim, 8 Eylül 1978’de büyük kentlerde sıkıyönetim ilan etti.
Ekonomik ve toplumsal krizi yönetemeyen Muhammed Rıza Pehlevi, 16 Ocak 1979’da ülkeyi terk etti.
Humeyni’nin 1 Şubat 1979’da ülkeye dönüşüyle, son direnci de kırılan 58 yıllık Pehlevi Hanedanlığı yıkıldı. Humeyni, önce 1 Şubat 1979’da hedefini duyurdu, ardından 1 Nisan 1979’da gerçekleştirilen referandum sonucu İran resmen İslam Cumhuriyeti oldu.
Aralık 1979’da ülke, şeriatı ve Humeyni’nin dini liderliğini onayladı.
Devrimin “İslami” arkaplanı
İslamcılar, solcular ve liberaller özellikle 1960’lardan itibaren fikir ayrılıklarını bir kenara bırakarak Şah’ın ülkenin çıkarlarını kötüye kullandığı düşüncesinde birleşti ve ortak amaçları “devrim” oldu.
Bu süreçte üniversite öğrencileri dönemin popüler düşüncesi olan Marksizm-Sosyalizm ile tanışmış, pek çoğu aydın olarak kabul ettikleri Tudeh Partisine katılmış ve Şah aleyhine düzenlenen protestolara komünist cepheden destek vermişti.
Sosyolog ve mütefekkir Ali Şeriati, 1967-1973 yıllarında Tahran’daki Hüseyniye-i İrşad’da verdiği konferanslarla sosyalist-Müslüman ikilemi yaşayan üniversiteli gençler üzerinde çok etkili oldu.
Yeni jenerasyon, İslam’a ve Humeyni’ye yakın gruplara yöneldi. Devrimin siyasi ve ideolojik fikrinin İslami olmasında Şeriati’nin konferansları ve kitapları oldukça etkili oldu.
İran’ın Batı yaptırımlarıyla tanışması
Amerikan yönetimi, büyükelçilik çalışanlarının rehin alınması nedeniyle İran’dan petrol ithalatını 12 Kasım 1979’da durdurdu ve yaklaşık 8 milyar dolarlık İran varlığı, 14 Kasım’da donduruldu.
İran 1995 yılında Çin ve Kuzey Kore ile nükleer iş birliği anlaşması imzaladı ve Hindistan’dan 10 megavatlık nükleer araştırma reaktörü aldı. ABD yönetimi, nükleer programını geliştiren İran’a karşı 1999’da yeni ambargolar uygulamaya başladı. Washington yönetimi konuyu Birleşmiş Milletler’e (BM) de taşıdı.
Bu adım, 2002 sonrası İran nükleer programının dünya kamuoyunun ve BM Güvenlik Konseyi’nin gündemine gelmesine ve çok taraflı yaptırım kararlarını alınmasına yol açtı.
23 Aralık 2006’da İran’a hassas nükleer malzeme ve balistik füzelerin doğrudan ve dolayı satışı yasaklandı, Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı’nın (UAEA) tespit edeceği hassas nükleer faaliyetlerin askıya alınması ve nükleer ile balistik füze programlarına dahil olan kişilerin ve kuruluşların tüm ülkelerdeki mal varlıklarının dondurulmasına, seyahat izinlerinin kısıtlanmasına karar verildi.
İran’ın söz konusu kararlara riayet etmemesi üzerine 24 Mart 2007’de füze ve nükleer faaliyetlerle ilgili 13 kuruluş ve 15 şahsın mal varlıkları donduruldu ve İran menşeli silahlar yasaklandı. Tüm devlet ve uluslararası kuruluşlardan da İran ile mali anlaşma yapmamaları istendi. Bu kapsamda BMGK, 2006 ila 2015 yılları arasında 1696, 1737, 1947, 1803, 1835, 1929 ve 22247 sayılı kararlarla 7 defa yaptırım kararı verdi.
İran ile 5+1 ülkeleri arasında 14 Temmuz 2015’te imzalanan ve 16 Ocak 2016’da yürürlüğe giren nükleer anlaşma ile BMGK yaptırımları kalktı. Trump 8 Mayıs 2018’de anlaşmadan tek taraflı çekilip ABD ambargolarını geri getirince anlaşmanın diğer taraflarından Washington’ı durdurmasını isteyen ancak bunda başarılı olamayan İran, Temmuz 2019’da nükleer anlaşmanın bazı maddelerini, 5 Ocak 2020’de de anlaşmadan kaynaklanan tüm taahhütleri askıya aldığını açıkladı.
İran’ın bu adımına karşılık İngiltere, Almanya ve Fransa, 14 Ocak’ta İran’ın nükleer anlaşmadan kaynaklanan yükümlülüklerini yerine getirmediği gerekçesiyle İhtilaf Çözüm Mekanizması’nı işletme kararı aldı. Söz konusu ülkelerin konuyu BMGK’ye taşımaları halinde İran’a yönelik uluslararası ambargolar geri gelecek.
Ekonomik kriz ve toplumsal olaylarla mücadele eden İran, BMGK yaptırımlarının geri gelmesi halinde çok zor durumda kalacak.