Reformlar hız kesmedi. Her ay, her yıl bir reform paketi açıklandı. Son günler de merakla beklenen; ekonomi ve hukuk reformu açıklanacakmış.
Son zamanlar da eski ve yeni Türkiye ikileminde kaldık.
Gerçek de YENİ Türkiye’yi kuran Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk’ün ortaya koyduğu ve örnek olan uygulamalarından bahsetmek isterim.
Atatürk, bazı azınlıkların söylediklerin aksine DİN konusu üzerinde çok dikkatli söylem ve uygulamalarda bulunmuştur.
Toplumu ‘dinselleştirmek’ veya ‘dinsizleştirmek’ değil dinin anlaşılmasını sağlamak için çok çalışmıştır..
Dini anladıktan sonra çok inanmak, az inanmak veya inanmamak tamamen kişisel bir tercihtir. Atatürk, akla, bilime dayalı çağdaş bir ülke kurmak istedi. Ancak bunu yaparken asla din düşmanlığı yapmadı; laikliğin gereği olarak din ve vicdan özgürlüğünden yanaydı.
Büyük önder zamanında; camiler açıktı, isteyen ibadetini yapıyordu. Dini bayramlar kutlanmaya devam ediyordu. Yasak olan din değil dincilikti, yobazlıktı.
Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk Diyanet İşleri Başkanı Rıfat Börekçi anlatıyor: “Ata’nın huzuruna geldiğimde beni ayakta karşılardı… ‘Paşam beni mahcup ediyorsunuz’ dediğim zaman ‘Din adamlarına saygı göstermek Müslümanlığın icaplarındandır’ buyururlardı. Atatürk şahsi çıkarları için kutsal dinimizi siyasete alet eden cahil din adamlarını sevmezdi.” ..
İşte tam buna ÖRNEK, yaşanmış bir GERÇEK:
Atatürk Amasya ziyareti sırasında, yörenin ileri gelenleri ile Vali konağında sohbet ederken bir ara tam karşısında oturan 50-55 yaşlarında sakalı göğüslerine kadar inen birine gözleri takılır. Yanında oturan valinin kulağına eğilip sorar:
-“Kimdir bu?”
-“Efendim kendisi Şeyh’tir. Yörede Çok hatırlısı vardır.”
Bunun üzerine Atatürk Şeyh’i yanına çağırtır.
-“Bak baba’ imanın ölçüsü sakalın boyunda değildir. Şunu rica etsem de en azından Peygamber efendimizinki gibi kısaltsan” der ve eliyle de boyun altı hizasını gösterir.
Şeyh “emrin olur Paşam” diyerek yerine çekilir.
Toplantı bittikten sonra Atatürk Amasya’dan ayrılır ve aradan bir kaç ay geçer…
Bir aksam Atatürk’ün aklına Amasya’daki Şeyhi gelir. Vali’yi telefonla arayıp, Şeyh’in sakalını kesip kesmediğini sorar.
Vali Şeyhin sakal boyunda en küçük bir kısalma bile olmadığını söyler.
Atatürk telefonu kapatır, kağıdı kalemi eline alır ve sonra nazirini çağırıp, yazdığı yazıyı Amasya Valiliği’ne tebliğ etmesini ister.
Ertesi gün Amasya’dan Şeyh efendinin Atatürk’ü görmek üzere Ankara’ya doğru yola çıktığı haberi gelir.
Şeyh Ankara’ya ulaştığında ’ Atatürk’ün karşısına çıkar.
Sakal tamamen kesilmiş, sinekkaydı bir tıraş olunmuş, saçlar kısaltılmış, kılık kıyafet baştan sona değiştirilmiş, bambaşka bir görünüme bürünülmüştür.
Orada bulunanlar bu değişime çok şaşırırlar ve Atatürk’e bunun nedenini sorarlar:
-“Aman Paşam, o Şeyh ki sakalına el dahi sürdürmezdi…
Siz ne ettiniz de kökünden kesmesini sağladınız?”
Atatürk gülümser, sonra da yanındakilere dönüp şöyle der:
-“Dün akşam Amasya Valiliği’ne bir yazı gönderdim ve Şeyhi Afyon’a vali atadığımı bildirdim.”
Ardından da yeni bir yazı hazırlayıp nazırına bunu Şeyhe vermesini söyler.
Yazıda şöyle yazmaktadır:
-“İnancın ölçüsünün sakalda olmadığını anladığına sevindim. Valilik meselene gelince…
Bu gün koltuk uğruna kırk yıllık sakalından vazgeçebilen, yarın başka şeyler için milletinden bile vazgeçebilir. Seni böyle bir ikileme mahkum bırakmayalım.” Der.
Yorum sizin…