Linç seviyoruz biz… Toplum olarak toplu delirmeye yüz tutan bir ruh hali içindeyiz. Düşündüğümüzün tersini söyleyen hiç kimseye tahammülümüz yok! Düşündüğümüzü söyleyene dahi yok aslında… Siyasete futbol takımı tutar gibi bakıyoruz. Fanatizm ibresi tavan yapmış durumda… Hakeme, top toplayıcıya, futbolcuya, izleyiciye, yorumlayıcıya, ışıkçıya, mikrofon tutan muhabire hepsine küfrü bir borç biliyoruz… Linç sevenler derneği asil üyeleriyiz hepimiz..!
Örnekleyelim: Ekrem İmamoğlu’nun dünkü balık lokantasında yemek yeme hikayesi…
CHP’li birçok siyasetçi, gazeteci İmamoğlu “Evet lokantaya gittim” diyene kadar mevzuyu yalanladılar, hatta konuyu paylaşanlara karşı alay, hakaret ve dahi Allah’a sığınma pozisyonlarına girdiler. Sonuçta o paylaşımlar geri çekildi. Büyüklük gösteren de oldu, özür bile dilendi. Ve hala benim sayfamdaki paylaşımımın altında İmamoğlu’nun balıkçıya gitmediğini iddia eden yorumlar yazılıyor. Ki hem danışmanı Murat Ongun, hem Kahraman Balıkçısı, hem de İmamoğlu’nun bizzat kendisi doğruladı gittiğini…
Konu elbette ki Ekrem İmamoğlu’un yediği içtiği değil, konu Akom ile balıkçı arasındaki 20 dakikalık mesafelik yolun İmamoğlu için, ona özel, o gitmeden defalarca kardan temizlenmesi idi. Bu arada İstanbul içinde olan oldu, evet çok fazla ve süratli kar yağdı, ama sürpriz değildi, Meteoroloji günlerdir bunun uyarısı yapıyordu.
Konunun irite edici tarafı İmamoğlu’nun orada yemek yemesi değil; CHP’lilerin dahi tahmin etmediği ve beklemediği üzere vuku bulan olağanüstü durumda o gün yemek için balıkçıda zaman ayırmasıydı. Herhangi bir gün değildi zira, yoksa kim karışır İmamoğlu’nun İngiliz Büyükelçi ile rakı balıklı sohbetine..!
Ben bu konuda linç yedim… Hatta Gaziantep’te bir önceki hafta yine kar nedeniyle yaşanan olağanüstü durumda Belediye Başkanı Fatma Şahin’in yolda kalmış kamyoncuya pişkince “sorun ne” demesini de eleştirmiştim ama dedim ya, insanların algıda seçiciliğinden olsa gerek bu konuyu gündeme getirmemekle bile suçlandım…
Elbette ki İstanbul’daki o rezalet sadece İmamoğlu’nun önlem almamasıyla ilgili değildi. Karayolları da üzerine düşeni yapmamıştı. Keza Sabiha Gökçen Havaalanının trafiğe kapatılması, İstanbul – Ankara karayolunun, Bursa İstanbul gidişinin trafiğe kapanması da yollarda çağ atladık diyen hükumet yetkililerine yakışmadı.
Böyle düşünceler içinde iken ve her durumda bildiğinden şaşmayan ben tabii ki sevgili sosyal medya takipçilerimden linç yedim.
Dostlarım bilirim ki doğru söyleyeni dokuz köyden kovarlar, ama tarafsızlık diye bir onuncu köy var. Hiç kimse beni o köyden kovamaz..!
Ben ki ekonomiden hiç anlamam ama hayat pahalılığı eleştiririm, TL’nin kaybettiği değer milliyetçi duygularımı harekete geçirir, vatan toprağını Gâvur basmış gibi hisseder, üzülürüm. Sanayicinin doğalgaz tedarik ve depolama sıkıntısı yüzünden 3 günlük yatışının ülkemiz ekonomisine, ihracat rakamlarına vereceği zararın da farkındayım. Elektriğe, doğalgaza, temel yaşamsal tüketim gıdalarına gelen zamların asgari ücreti yok ettiğinin de bilincindeyim. Ülkenin ekonomisinin uzun vadede düzelmesi ve sağlamlaşmasının tamamen üretime bağlı olduğunu düşünenlerdenim. Uzayda yaşamıyorum, kendime ait bir evim yok, kira ödüyorum… Yani çoğunluğun bir parçasıyım.
Hiçbir partiyi takım tutar gibi tutmuyorum. Sosyal demokratım, hiç saklamadım, saklamıyorum. Özgürlük alanıma kimsenin müdahale etmesine izin verecek değilim, kimin ne dediğini de umursamamayı öğreneli çok uzun zaman oldu..!
Ve fakat içinde bulunduğumuz siyasi atmosfer, kimin elinin kimin cebinde olduğu belirsiz ittifaklar kafamı karıştırıyor. Seçime daha bir yıl var, bunu enine boyuna düşüneceğiz, tartışacağız.
Okurlarımdan tek dileğim şu ki; sadece tuttuğunuz takımın paylaşımlarını yazdıklarını okumayın, körü körüne inanmayın, araştırın, kafanızda tartın, sonra karar verin…
Ve size çok samimi bir şey söyleyerek yazıyı sonlandırıyorum:
Birbirimizi linç ederken tüm bu kar, sel, yangın, müsilaj ve sair felaketlerin ana sebebi doğayı hep birlikte linç etmiş ve hala ediyor olmamız, bunu da asla unutmayın…! Büyük düşünün, insanoğlunun geleceği için büyük isteyin…