Anne baba çocuklarına Japonya’da olduğu gibi, çevreyi temiz tutma bilincini, yaşanılan çevreyi kirletmenin ne kadar kötü bir alışkanlık olduğu gerçeğini, oya gibi ince ince işleyerek çocuğun beynine yerleştiriyorsa, 12 yıllık okul yaşamları boyunca, ilkokuldan liseye kadar, temizlik öğrencilerin günlük programının bir parçası olur.
Ülkemizde, sosyal bilincin bu unsurunu okul müfredatına eklemesek, çocukların çevrelerinin farkında olmalarını ve hayat boyu bu farkındalık ile yaşamalarını sağlamış oluruz.
Japonya’da, çocukların her birinin okullarda hazırlanan temizlik görev listeleri var. Mesela sınıf öğretmeni şöyle bir anons yapıyor, “Evet çocuklar, bugünün temizlik görev listesini açıklıyorum. Birinci ve ikinci sıralar sınıfı temizleyecek. Üçüncü ve dördüncü sıralar merdivenleri ve beşinci sıra tuvaletleri temizleyecek.
Ve herkes itiraz etmeksizin kendine verilen görevi seve seve yerine getiriyor.
Çocuklar, aylık toplum temizliği için gönüllü oluyor ve okullarının yanındaki sokaklardan çöpleri topluyor. Mahallelerde de düzenli sokak temizlikleri yapılıyor. Zaten temizleyecek çok fazla şey de olmuyor. Çünkü insanlar çöplerini sokağa atmıyor!
Bu disiplinle büyüyen çocukların, büyüdükçe kendilerine ait çevre olarak gördükleri mekânlar sınıflarının dışına taşıp, mahalleleri, şehirleri ve ülkeleri oluyor.
Acaba bizim okullarda böyle bir görev dağılımı yapılsa, bırakın çocukları bizim velilerin çoğundan itirazlar anında gelmeye başlar gibime geliyor. Oysa çocukken verilmeye başlanılan bu disiplin sayesinde çevreyi temiz tutma bilinci ölümsüzleşiyor.
Kurban Bayramı geliyor; cadde sokaklar, piknik yerleri, ormanlar, deniz kenarlarını bir düşünün, ne hale gelecek!…
***
Bu kirlilik yetmezmiş gibi bir de sosyal kirlilik ön plana çıkıyor…
650 Yıl önce Tunus’ta doğan, Sosyoloji biliminin kurucu babalarından, Tarih felsefecisi
İbn Haldun’u araştıran ve okuyanlar çok iyi bilirler.
O’nun yazdığı ‘Mukaddime’ yani önsözünde;
“Asabiyetlerden birisi, yani, birlikte hareket eden topluluklardan birisi, diğer asabiyetleri bertaraf ederek, mülkü ele geçirir.
Ağırbaşlı davranmak yerine, insanın tabiatında var olan her şeye hakim olma dürtüsüyle, iktidarı başkalarıyla paylaşmaz, artık her şeyi kendisi belirler. Şan ve ihtişama tek başına sahip olmak, mülkün tabiatındandır, bir tek kişinin iradesi, bütün kesimlere egemen kılınır.
İktidar, devlete dönüşür. Devlete dönüşmek, rahatlık getirir, asabiyet çözülür, coşku kaybolur.
Merasim devleti haline gelinir. Konfora dalınır. İsraf artar. Devletin her köşesi, asabiyet mensupları arasında pay edilir. Kendi çıkarları için dini asabiyeti istismar ederler. Sahtekarlık yaparlar.
Devlet, kokuşur. Millletin devleti kaybolur. Kamusal ruh yok olur. Devlet, bir güruhun olur.
Makam, atama, şan, rütbe ve terfiden başka hiçbir şeyi gözü görmeyen asalaklar ürer.
Devletin hazinesine üşüşme olur. Millet bu asalakları doyurmak için elinde avucunda ne varsa verir.
Vergi, mahsül, bu asalaklar hepsini doymaz bir iştahla yer yutar. Devletin kasası açıldıkça açılır.
Açıkları kapatmak için yeni vergiler konulur, borçlanmaya gidilir. Devleti elinde tutan topluluk acze düşer. Mahv ve zeval vakti gelmiştir. Sonun başlangıcıdır.”
***
Önsöz’de yaşanan sosyal kirliliği anlatır…
***
Eğitim, öyle bir silahtır ki, Japonya örneğinde olduğu gibi ‘Devleti devlet yapar’.
Eğitim, çekirdek ailede başlar, okullarda şekillenir.
KURBAN BAYRAMINIZ KUTLU OLSUN!