En iyi anne, en iyi baba, en iyi evlat, en iyi eş, en iyi kardeş…. Derken her olayda mükemmel olmaya çalışmak, kendini paralamak…. Neye göre kime göre?
Ne için, kim için yaşıyoruz?
İnsan olarak elbette sorumluluklarımız var ancak ‘BEN’ neredeyim? Kendimi ne kadar seviyorum? Kendime saygım var mı?
Toplum olarak ‘fedakar’ olmayı makbul gördük. Kendini feda etmezsen ‘bencil’ olursun diye öğretildi. Ancak ‘ben’ kaybolduğunda psikolojimiz bozuldu. ‘Kendini feda etmeden yaşamayı öğrenmeye başlayınca insan çevresine ışık olur’ inancını öğrenmek zaman aldı.
Aynada yüzleşmek hiç de kolay olmuyor elbette.
Genelde insanın önce çocukluk, ergenlik devresi, derken okul biter, iş ve eş seçimiyle yeni bir dönem başlar. Derken çoluk çocuğu büyütüp, okutma dönemi gelir. Bu arada otuz beş ile kırk yaşlar arasındaki dönem hayatı sorgulamaya başlarız.
Bir şeyler ters gidiyorsa; işe kendini değiştirmekle başlamak gerekir. İnsan kendini düzelttiğinde dünya da düzeliyor.
Kendine önem verdikçe, değerini artırdıkça sorunlar ortadan kalkmaya başlar. Eskiden ‘kimse kırılmasın, üzülmesin’ diye dışarı atamadığın duygu ve düşünceler hastalık oluştururken, serbest bıraktığında daha sağlıklı olmaya başlar insan. Biriken duygu ve düşünceler daha tehlikeli olup kontrolsüzce çıkar.
‘Şu anda hayatınızda en çok sevdiğiniz üç kişiyi sayar mısınız?’ diye soru sorduğumuzda insanlar genellikle; anne, baba, çocuk, sevgili, eş, arkadaş gibi cevap verirler. Çoğunlukla kişiler kendilerini bu listeye dahil etmez. Oysaki önce kendini seven insanın başkasına akıtacak sevgisi daha güçlüdür.
Kendini sevmek derinliklerdeki titreşen neşeyi hissetmektir. Kendini sevmek gücün kaynağına ulaşmaktır. Yaratana en yakın olduğumuz anlar kendi hücrelerimizi derinden sevdiğimiz anlardır. Tanrısal sevgi kendinden geçmenin en saf kaynağıdır.Kendini sevmek huzur içinde her anın tadını çıkarmak, zevk almaktır.Kişi kendini sevmediğinde, bir başkasının sevgisiyle içindeki büyük boşluğu kapatmaya çalışır.
İnsan ilişkilerde bir sorun yaşadığında en çok kendine kızar ve en zor kendini affeder. Böyle bir durum yaşarsanız şu onaylamayı yapabilirsiniz; ‘kendimi olduğum gibi kabul ediyor, onaylıyor ve seviyorum. İstediğim gibi biri olamadığım için kendimi affediyor ve çok seviyorum.’
Bir yargıç gibi suçluyu cezalandırıp reddetmek yerine olumluya odaklanabilirsiniz. Sonuçta, yaşadığımız iyi ya da kötü her şey, birer deneyimdir. Davranışlar değişebilir ama öz değişmez. Davranışlarımızı kimliğimizle etiketlemediğimiz sürece öz benliğimizi suçlamadan sahiplenip sevebiliriz.
Kendimizi olduğumuz gibi hatalarımızla, doğrularımızla kabul edip, onaylayıp sevdiğimiz zaman suçluluk duygusu da olmaz Kendi değerimizi bilmek kendini beğenmişlik değildir. Kendimizi, hatalarımıza, eksikliklerimize rağmen, bütün özelliklerimizle kabul edebilir ve sevebilirsek etrafa ve kendimize daha çok ışık saçarız. Aynaya baktığımızda güzelliklere odaklanalım ki başkaları da bizim güzelliklerimize odaklansın.
Biz kendimize ne değer biçiyorsak, başkaları da o gözle değerlendirir. Kendini onaylayan, her daim kabul eden insan başkalarını da sever kabul eder.
Şu saniye kendimize bir söz verelim. Eğer mutluluğun, sağlığın, bütünselliğin temeli sevgiden geçiyorsa, önce yitirdiğimiz benlik sevgisini geri alalım.
HATIRLA! Minnacık bir çocukken ne kadar mükemmeldin. Çocukken kusursuz olmak için bir şey yapman gerekmiyordu. Zaten mükemmel ve doğaldın. Duygularını özgürce ifade ederdin. Aldığın ve verdiğin sevgi titreşimleri çıkarsızdı. Büyüdükçe bunları unuttuysan, sadece özünü hatırlamaya çalış!
‘Ben değerliyim ve altın gibi ışıl ışıl parlıyorum.’ Sözleriyle kendini sevgiyle kucakla.