Bulunduğumuz coğrafyada son günlerde kendi derdimize düştüğümüzden gözümüz(ü)den kaçırdığımız kaçak göçmenler (illegal immigrant) trajedisi yaşanıyor.
En yakını Suriye olmak üzere Ortadoğu’da savaş ve terörün gerek silahlarla, gerek bombalı eylemlerle gerekse de en vahşisi olan kafaları kesilmek sureti ile katledilmiş binlerce insan görüyoruz. Her haber paketleri bunlarla doluyor.
Ancak bu kaos ortamının gözden uzak kalan, haberlerde dahi münferit bir hadise gibi satır arasında kalan bir başka boyutu var ki o da kaçak yollardan göç etmeye çalışanların karşı karşıya oldukları riskler.
Adı üzerinde yasadışı yollara başvurulduğundan kayıt tutulamadığı için sayıları doğru tespit edilemeyen ama tahminlerin çok üzerinde olduğu aşikâr olan kaçak göçmenler en büyük insanlık dramına maruz kalıyorlar.
Biz tüm savaş mağdurlarını mülteci kamplarında rahat ve güvendeler diye biliyoruz. Oysa belki bu şansı bulamayan belki de bunu tercih etmeyip başka ülkelerde geleceğini arayanlar en savaş alanı kadar risk ve tehlikelerle dolu maceralara atılıyorlar.
İnsanlık değerlerinin tümünün yanarak yok olduğu yangın alanından ilk çıkış kapısından biri de Türkiye. Sınırı geçmek ve tüm ülke topraklarında artık iyice harmanlanmış Suriyeli Iraklı Arap göçmenlerle Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları arasına karışmak çok kolay.
Dini bir kültürü kendisine yakın bu toprakların insanları ile birlikte yaşamak çok da zor değil. Parası olan hemen kendisine oturacak ev aldı ya da kiraladı. Elindeki para tükenene kadar harcayarak kimseye zarar vermeden savaş koşullarının bitmesini ve ülkesine döneceği zamanı bekleyecek.
Kendileri bunu istemeseler de farkında olmadan ortaya çıkan olumsuzluklara vesile oldular. Birkaç daire satın aldıkları ya da kiraladıkları bölgelerde konut fiyatları ve kira bedelleri iki katına yakın artıverdi. Birçok iş yerinde düşük ücretle çalışmaya razı olan göçmenler işgücü bedellerini de düşürdü. Henüz daha büyük bir tatsız hadise yaşanmadığından bu koşullara herkes rıza gösteriyor.
Ama bu memleketi sadece geçiş bölgesi olarak görüp, kendisini bir an önce Avrupa ya atmaya çalışanlar işte bu trajik olayların mağdurları olabiliyorlar. Suriye, Irak, Afganistan, Pakistan ve hatta Myanmar’dan gelen kaçak göçmenler
Türkiye’ye geldikten sonra yasa dışı yollarla deniz ya da karayoluyla Yunanistan’a ardından Makedonya, Sırbıstan, Macaristan, Bosna Hersek, Hırvatistan ve Romanya üzerinden AB ülkelerine ulaşmaya çalışıyorlar.
Kara yolu ile bu yolu kat etmeye çalışanlar, saklandıkları kamyon kapalı kasalarında havasızlıktan ve uzun süreli yorgunluk, açlık ve susuzluktan ölmedilerse dahi vardıkları yerde uzun süre kendilerine gelemiyorlar. Bunların yolda ya da vardıkları yerlerdeki akıbetlerinden haberimiz dahi olmuyor. Araçla gidemeyenler yürüyor. Örneğin Yunanistan’a ulaşan kaçaklar; gündüzleri demiryolu kenarındaki tarlalarda saklanıp, geceleri yürürken yollarını kaybetmemek için Makedonya’ya giden tren raylarını gruplar halinde takip ediyorlar.
En büyük toplu ölümler ise deniz yolunu deneyenlerin başına geliyor. Ege ve Akdeniz kıyılarına vuran cesetler, batık botlar, eşyalar göremediklerimizin sadece emarelerini ifşa ediyorlar. Özellikle Yunanistan’a geçiş ümidi ile Ege Bölgesine yakın adalara varmaya çalışanların iptidai yöntemlerle kilometrelerce mesafeyi geçme çabaları genellikle hezimetle sona eriyor. Ege kıyılarının diplerinin batan botların eşyaları ile dolu olduğu anlatılıyor.
Uluslararası Göç Örgütü’nün verilerine göre, 2015’in başından bu yana Avrupa’ya kaçak yollardan girmek isterken Akdeniz’de can veren göçmenlerin sayısı 2 bin 365’i buldu. Bu yıl şu ana kadar 255 bin 152 göçmen Avrupa ülkelerine ulaşmayı başardı.
Önce bu işi organize edenlere 3 er dörder bin dolarlarını kaptırıyorlar. Sonra izmirde, bodrumda verdikleri paranın karşılığı olarak kendilerini karşıya Yunan Adaları’na geçirmelerini bekliyorlar. Dolandırıldıklarını anlayınca da kalan son paralarıyla bir deniz yatağı ve can simitleriyle denize açılıyorlar. Saatlerce denizin ortasında batmamaya çalışarak geçiriyorlar. Suriyeli kaçak göçmen bir gencin Türkiye’den 5 kilometre yüzerek Yunan adasına geçmeyi başardığı gibi olağan dışı haberler de gelebiliyor.
Şanslı olanlar görülüyor sahil güvenlik ekipleri ya da denizdeki balıkçılar tarafından kurtarılıyor. Bu defa yeni bir sıkıntılı süreç başlıyor. Yılbaşından bu yana yakalanan kaçak göçmen sayısı ise 37 bin 997 oldu. Resmi rakamlara göre sayıları 68 bin 700, ancak gayri resmi rakamlara göre sayıları 500 binlere ulaşan kaçak göçmenler sorununu çözmek için resmi makamlar çaba sarf ediyor.
Başta AFAD ve Göç İdaresi Genel Müdürlüğü olmak üzere tedbirlerini artırmaya çalışıyor. Sadece Türkiye de değil, Afrika ve Ortadoğu’dan gelen göçmenler son dönemde Avrupa için krize dönüştüğünden birçok Avrupa ülkesi göçmen akımını önlemek için güvenlik önlemlerini artırıyor. Beyaz Saray Sözcüsü Earnest, göçmen kriziyle mücadele eden AB ülkelerine Türkiye’nin Suriyeli sığınmacılara yönelik çabalarını örnek gösterdi.
Amerika, Kanada, Avustralya gibi göçmenler tarafından kurulmuş ve gelişmiş ülkeler varsa da göç ve göçmenlik tarih boyunca insanlık adına büyük sorun oldu. Bizim tarihimiz bu konuda pek çok olumlu örneklerle zengin. 31 Mart 1492’de Elhamra Sarayı’nda imzalanarak ilan edilen “Elhamra Kararnamesi”ne göre Yahudi dinine mensup olan ya da kökenleri bu dine inanmış halka dayanan herkes İspanya’yı terk etmek mecburiyetinde bırakıldı. Bu zorlama ile yurtsuz kalan “Sefarad Yahudileri” olarak bilinen İspanya kökenli Yahudi göçmenler başta İstanbul, Edirne ve Selanik olmak üzere, İzmir, Manisa, Bursa, Gelibolu, Amasya, Patros, Korfu, Larissa ve Manastır’a yerleştiler.
Bu dönemde göçmenlere kucak açan Osmanlı Sultanı II. Bayezid, eyalet yöneticilerine bir emir yayınladı: “… İspanya Yahudilerini geri çevirmek şöyle dursun tam bir içtenlikle karşılanmalarını, aksine hareket ederek göçmenlere kötü muamele yapacakların veya en ufak bir zarara sebebiyet vereceklerin ölümle cezalandırılacaklarını…” Bu bakış açısının yüzyıllarca değişmeden bu güne taşındığına hep birlikte tanık oluyoruz.