2010 yılında İslam ülkelerinde demokrasi talepleri için Arap dünyasında başgösteren mitingler, protestolar, halk ayaklanmaları birçok ülkeye sıçramış ve bu dünya kamuoyunda Arap Baharı olarak adlandırılmıştır. Dilindiği gibi, büyük çaplı mitingler, protestolar, Tunus, Mısır, Libya, Bahreyn, Cezayir, Yemen ve Suriye,’de halk ayaklanmalarına dönüşmüş ve silahlı çatışmalardır yaşanmasına sebep olmuştur.
Arap baharının etkisi olarak ortaya çıkan Suriye İç Savaşı, ülkeyi bölünmelere sürüklemiş, birçok dış gücün etkisiyle parçalara bölünmüştü. Bu Savaşın sonucunun kaçılmaz bir etkisinin, kesinkes ülkenin bölünmesi ile sonuçlanacağını defaatle dile getirdim. Çünkü Birleşik Devletler (ABD), Rusya, İsrail ve İran bu topraklarda hesaplar yapmakta. Türkiye’nin milli menfaatlerine aykırı yapılan bu planların bozulmasının tek seçeneği askeri operasyonlar olacaktı.
Nitekim de Fırat Kalkanı ile başlayan harekâtı ile ilk adım atılmış oldu. Türkiye bu bölgede sadece söz sahibi değil aynı zaman da güç sahibi olduğunun ancak bu şekilde gösterebilirdi. Yoksa güney sınırlarımızda terör örgütünün Suriye uzantıları terör ülkesi kuracaktı. Üstelik, buna destek veren ABD, sadece silah değil, lojistik destek de vererek, bu terör unsurlarının müttefik olduklarını tüm dünyaya peşinen ilan etmişken
Türkiye’nin de burada söz sahibi olması ve terör devletini kurulmasını engellemesinin tek seçeneği asker operasyondu. Suriye İç Savaşı boyunca söylediğim gibi Türkiye’nin atacağı ilk adım, Hayat’ın güneyi (Türkmen dağları), Idlib’den Caber Kalesine kadar Türk ordusun girmesi olacaktı. İkinci adım ise Rakka’dan başlanarak Fırat Doğusunun tamamını kontrol altına alması gerekmektedir. Aksi takdirde sınırımızda 30 yıldır mücadele ettiğimiz PKK ile komşu olacağız. Milli menfaatlerimiz bu bölgenin Türk askerinin kontrolü altında olmasını gerektirmektir.
Nihayet geçtiğimiz Ağustos ayında Türk ordusu, Fırat Kalkanı Harekâtı ile sınırlarımız boyunca yer alacak olan terör koridoruna dur dedi ve Doğuda Cerablus, güney de El Bab, batı da Azez‘e kadar olan bölgeyi kontrol altına aldı. Beklediğiniz ikinci adım Zeytin Dalı Operasyonu ile 20 Ocak’da başladı. Artık, Fırat’ın batısı (İdlip, Halep, Münbiç başta olmak üzere) Caber Kalesine kadar olan bölgenin tamamı kontrol altına alınması gerekmektedir.
Neden Caber Kalesi çünkü Osmanlı Devleti‘nin kurucusu Osman Bey‘in dedesi Süleyman Şah‘ın mezarı buradadır. 20 Ekim 1921 tarihinde Fransa ile TBMM Hükûmeti arasında imzalanan Ankara
Antlaşmasının 9. maddesi gereğince Caber Kalesi , Türk Mezarı adı altında, müştemilatı ile beraber Türkiye‘ye bırakıldı ve Türkiye’ye orada muhafızlar bulundurma ve Türk bayrağını çekme hakkı tanındı. Bu hakkı Türkiye 1921’den 1973 yılına kadar kullandı.
1966 yılında Suriye, Fırat Nehri üzerinde başlattığı Tebke Barajı‘nın Caber Kalesinin tamamen suları altında bırakacağını ileri sürdü ve Türbenin Türkiye’ye naklini talep etti. 1973 yılında Türkiye ve Suriye arasında imzalan anlaşmaya göre Süleyman Şah Türbesi, müştemilatı ile birlikte, Şanlıurfa’ya 92 km uzaklıktaki Fırat’ın doğu kıyısındaki Suriye’nin Karakozak köyü yakınındaki yeni yerine sembolik olarak nakledildi. Oysa Caber Kalesi baraj suları altında hiçbir zaman kalmadı. Dönemin Türkiye hükümetinin büyük bir zafiyet göstermesi sonucu Caber Kalesi terk edildi ve Süleyman Şah’ın gerçek mezar başıboş bırakıldı. Caber Kalesi sular altında kalmadığına göre yapılmış anlaşma geçerliğini yitirmiştir.
Fırat nehrinin batısı terörden arındırılmış bölge olduktan sonra, üçüncü ve son adım ise Rakka operasyonu olmalıdır. Caber Kalesi, Rakka’ya 55 km mesafededir. Fırat’ın doğusunun tamamı PKK/PYD/YPG terör örgütün kontrolü altındadır. Bu bölgede çıkan petrol Suriye petrollerinin %30’undan fazladır.
Terör örgütünü bu toprakları kontrol etmesi, sadece Türkiye’nin milli menfaatlerini tehdit etmiyor aynı zaman teröre örgütüne finansman sağlıyor.
Kimse kimseyi kandırmasın. PKK/PYD/YPG oraya terör devletçiği kurmayı amaçlıyor. ABD kontrolü altında olacak olan Suriye Demokratik Güçleri adını verdiği bu Terör devletini destekliyor. Rusya ise 1971 yılında itibaren bulunduğu bölgeyi terk etmeyi düşünmüyor. Öyleyse bizim yapmamız gereken söz konusu bölgeyi kontrol altına alıp güvenli bölge oluşturmaktır ve asla bu bölgeden çekilmemektir.